Sunday, January 16, 2011

tatlı krizlerim

Kendime hedef koyduğum hiçbir şeye henüz ulaşamadım. Hatta daha başlangıç bile yapamadım. Buna rağmen 1 kilo verdim ve bel ölçüm 86 cm’e indi. Sadece oburluğuma son verdim. Artık daha makul miktarlarda ve saatlerde yiyorum. Ama çikolata ve tatlı konusunda gerçekten büyük bir mücadele veriyorum. Günün bazı saatlerinde karşı konulmaz bir tatlı ihtiyacı baş gösteriyor. Akşam üstü 4-5 gibi işteyken ve 9-10 gibi Demir’i uyuttuktan sonra canım deli gibi tatlı istiyor. Diyetisyene ilk gittiğimde bana 100 mg’lık şeker yüklemesi yapmıştı. Tahlil sonucu şeker hastası değilsin ama böyle gidersen olursun çıkmıştı. Son zamanlarda bunun üzerine düşünmeye başladım. Bu duruma nasıl geldim, nasıl üstesinden gelirim diye. Geçen gün Osman Müftüoğlu’nun yazdığı bir yazıyı okuyunca bu alışkanlığın sebepleri de, kurtulma yolları da kafamda şekillenmeye başladı. Aklıma ilk gelen babamın bizi daha doğduğumuz zamandan itibaren çikolatayla beslemesiydi. Babam bana her akşam bir Damak getirirmiş küçükken. Demir doğduğunda da her gün beşiğine bir tane bırakıyordu. O çikolataları benim yediğimi biliyordu ve torunuma getiriyorum diye 35’lik kızına hala çikolata getiriyordu canım babam. Yani kim ki 1 yaşından itibaren düzenli olarak çikolata yerse doğal olarak alışkanlık olur hatta bağımlı olur. Ama sadece benim babişkom suçlu değilmiş bu tatlı krizlerinde. Yine en büyük suçlu içinde yaşadığımız düzenmiş.

Osman Müftüoğlu şöyle diyor: Bu durumun suçlusu yalnız biz değiliz, yiyecek içecek üreticilerinin de payı var. Onlar da şekeri (veya fruktoz şurubunu) eskisinden daha çok kullanmaya başladılar. Neticede bedenlerimiz binlerce yıldır makul miktarlarına alıştığı şekerin hücumuna uğrayınca şaşırıp kaldı. Şeker deyince hepimizin aklına çaya, kahveye attığımız şeker ya da yemek üstüne yediğimiz tatlılar geliyor. Oysa sorun oldukça farklı. Yüzlerce yiyeceğin, içeceğin orasına burasına bir şekilde şeker de sokuşturulmuş durumda! Biz onları farkına varmadan ama sürekli ve düzenli bir şekilde tüketip duruyoruz. Tatlıyla alakası olmayan bir sürü yiyeceğin içine şeker ve ya türevlerini katıyorlarmış. Mesela hiç tahmin etmeyeceğiniz et bulyonun, dondurulmuş bazı gıdaların, hazır çorbaların. Yani biz şeker tükettiğinizi düşünmediğiniz zamanlarda bile şeker tüketiyoruz ve zamanla damak tadımız buna alışıyor ve şekersiz şeyler bize tatsız, lezzetsiz geliyor. Fazla şeker tüketmenin sonuçları ise Osman Müftüoğlu’nun yazısından alıntılayarak şöyle: insülin direnci, metabolik sendrom, kilo fazlalığı, obezite, şeker hastalığı. İnsanlığın geleceğini tehdit eden en büyük belalardan biri haline gelen çocuk obezitesi. Alabama Üniversitesinde yapılan yeni bir çalışma, kötü beslenme alışkanlıkları içinde Alzheimer'ı en çok tetikleyen şeyin aşırı şeker tüketimi olduğunu göstermiş. Şeker tüketiminin fazlalaşması, diş sağlığı için de önemli bir tehdit. Özellikle çocukluk yaşlarından başlayarak aşırı şeker tüketmek. Fazla şeker tüketiminin kanser ile de ilişkisi varmış. 4 yıl önce İsveç'te yapılan bir çalışma, fazla şeker tüketiminin pankreas kanserine yakalanma ihtimalini artırdığını net bir şekilde ortaya koyulmuş. Bunları okuyunca kilo almayı dert etmekten çok Alzheimer ve ya kanser hastalığı riskini dert etmek gerekiyor ki Alzheimer beni en çok korkutan hastalıklardan biri.

Daha az şeker tüketmek için ne yapmalıyız? Cevap çok karmaşık değil aslında, bildiğimiz şeyler:
*Her türlü hazır gıdadan, abur cuburdan, hazır meyve suyundan uzak durmak
*Düzenli, öğün atlamadan, sık sık yemek yemek
*Tatlı, şeker ihtiyacını meyvelerden karşılamak ama abartmamak. Günde 2 porsiyon meyve yeterliymiş.
*Beyaz şeker, esmer şeker, tatlandırıcı, fruktoz gibi şekerin her türlüsünün bulunduğu gıdalardan uzak durmak. Masum ya da sağlıklı şeker diye bir şey yok.
*Meyve suyu yerine meyvenin kendisini tüketmek. Çünkü meyvenin içinde de şeker var ve 1 bardak meyve suyu için 4-5 meyveyi sıkmak gerekiyor. Yani 1 bardak portakal suyu içerken 5 portakal yemiş oluyorsunuz ki bunun da şekeri hatırı sayılır oluyor. Ayrıca meyvedeki lif ve yararlı mineraller meyve suyunda yok.
*Hiç mi tatlı yemeyeceğiz? Tabii ki yiyeceğiz ama daha ölçülü ve daha nadir. Örneğin sadece özel günlerde. Böylece tatlı daha da güzel, özel gelecektir bize.
*Çikolata ise bitter olmak hatta %70 kakao oranlı olmak şartıyla her gün 50-70 gr. yenilebilir. Sonuçta çikolata mutluluk veren ve bağışıklık sistemini güçlendiren bir besin.
*Gün içinde tatlı isteğimizin artığı zamanları gözlemleyip, o tatlı ataklarına karşı hazırlıklı olmak. Yanımızda meyve bulundurmak, o saatlerde ufak bir tost yemek, bitki çayı içmek gibi tatlı isteğimizi kesecek, unutturacak önlemler almak.
Şekerle mücadelemi başlatıyorum. Çok büyük bir mücadele olacak. Hadi hayırlısı bakalım.

Sunday, December 26, 2010

sorunun özü: oburluk

Diyet yapmayı kilo vermek, vücudumdaki yağ oranını düşürmek, belimdeki yağları eritmek, incelmek, sağlıklı bir bedene sahip olmak için istiyorum doğru ama asıl nedenim oburluğuma son vermek. Çatlayana kadar yemek, yedikten sonra rahatsız ve pişman olmak, bir oturuşta 3 kişilik yemek, gecenin köründe, yatmadan önce, hangi saat olursa olsun yemek, hiçbir zaman 1 tabakla yetinmemek, tatlı söz konusu olduğunda bunların hepsini aynı anda yapmak, hiçbir şeye hayır diyememek, her şeyden hepsinden tıka basa yemek. Bu benim tüm yaşam felsefeme ters iken bunları bile bile yapmak. Ben insanların ihtiyaçları doğrultusunda tüketmeleri gerektiğine inanırken, her şeyin bizi tüketmeye ittiği bu sistemde daha az tüketmeye çabalarken, dünyadaki kaynakların sınırlı olduğuna ve bu kaynakların adil paylaşılmasına inanırken, sonrasını düşünmeden, yakıp yıkarak, doğayı yok ederek tüketmeye karşıyken oburluğuma yenik düşüyorum. Söz konusu yemek olduğunda inandığım her şey bir anda aklımdan uçup gidiyor. Asıl mücadele etmek istediğim budur. Oburluk, pis boğazlık.

Bunun için diyet yapmak bir yöntem olamaz tabii ki. Diyet, kısa süreli yapılabilen, kilo vermek amaçlı, belli listelere, puanlara bağlı bir araç. Sadece kilo verme motivasyonu bir yere kadar bu diyetleri sürdürmeye yetiyor. Oysa yemek yemenin bizim için anlamını, yaşam felsefemizdeki yerini, yemek yerken, yedikten sonra kendimizi nasıl hissettiğimizi sorgulamamız ve buna göre bir beslenme felsefesi oluşturmalıyız. Bu felsefe hem sağlıklı yaşam prensiplerinin hem de hayata bakışımızın bir yansıması olmalı. Aslında hale hazırda günlük yaşantımda benimsediğim birçok beslenme prensibi var. Örneğin:
• Fast food yememek
• Kırmızı eti az tüketmek
• Gazlı içecekler içmemek
• Ambalajlı ürünleri tüketmemek
• Doğal, hormonsuz, GDO’suz, katkısız, kimyasal ilaçsız, gıda tüketmek
• Yerel ürünleri, yerel üreticilerden temin etmek
• Gıdaları mevsimlerinde tüketmek
• Konserve ürün tüketmemek
• Cam ambalajdaki gıdaları tüketmek

Bu prensiplerin hepsini tam anlamıyla yerine getirebiliyor muyum? Getiremiyorum tabii ki ama şehir hayatı ve daha da önemlisi bu ekonomik sistemde bu prensipleri %100 yerine getirmek mümkün değil. Çünkü yediklerimiz de hayatımız gibi ekonomik düzenin bize sunduklarıyla, bizi tüketmeye zorladıklarıyla sınırlı. Doğal olana ulaşmak çok zor ve zahmetliyken, katkılı, hormonlu, GDO’lu, bozulmayan, genetiğiyle oynanmış, çabucak çürümesin diye kimyasallarla ilaçlanmış, kimyasal gübrelerle semirtilmiş meyveler ve sebzeler her köşe başındaki süper marketlerde bizi bekliyor. Organik ürünler konvansiyonel tarım ürünlerinin 3-5 katı pahada. Her mevsim her yiyeceğe ulaşabiliyoruz ama hiç bir meyvenin sebzenin tadını alamıyoruz. Ne yediğimiz şeftali şeftali tadında ne çilek çilek tadında. Şeftaliymişik, çilekmişik meyveler yiyiyoruz.

Tüm bu zorluklara rağmen bize sunulanın dışındaki alternatifleri bulup, değerlendirip, günlük hayatımın bir parçası yapmalıyım. Bunun için en kısa zamanda bir eylem planı hazırlayacağım. Tükettiğimiz gıdaları gözden geçirip, bunları sağlıklı, dengeli, yaşam felsefemle uyumlu beslenme tercihleriyle değiştireceğim. Son zamanda takip ettiğim bir blogda okuduğum bir söz tam da yapmak istediğimi özetliyor. En iyi oy aracının para olduğunu ve yaptığımız en ufak alışverişte dahi savunduğumuz yaşam felsefemizin lehine ya da aleyhine oy kullandığımızı söylüyor. Ben oyumu doğaldan, yerelden, sağlıklı olandan kullanıyorum.

Wednesday, December 15, 2010

Yine, Yeni, Yeniden

İşte yine, yeniden yeni bir hayata başlıyorum. Sürdürülebilir sağlıklı yaşam projemin ilk dosyası ideal kiloya ulaşmak. Murat benim bu proje laflarıma filan çok güler, çok dalga geçer ama ben çok eğleniyorum ve bu işler de ancak eğlenince daha sürdürülebilir oluyor. Evet ilk dosyamız ideal kiloya ulaşmak. Bunun için Ajan Oso'nun 3 özel adımını uygulayacağız. Çocuğu ve digitürk'ü olan herkes Ajan Oso'yu ve onun 3 özel adımını bilir. 3 özel adımımız şöyle:
1- ideal kilomu hesaplayacağım
2- ideal kiloma ulaşmak için diyet programı belirleyeceğim
3- ideal kiloma ulaşmak için egzersiz programı belirleyeceğim

İlk olarak ideal kilomu öğrenme adımına biraz akademik ve bilimsel bakarsak ideal kilo nedir ve nasıl hesaplanır sorularını sormamız gerekiyor.

İdeal kilo sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için boy ile orantılı kilo değeridir.

İdeal kilo günümüzde Vücut Kitle Endeksi(VKE) ve Bel Kalça Oranı (BKO) ile hesaplanmaktadır.

VKE= Vücut Ağırlığı(kg)/ Boy(m2)
BKO= Bel çevresi / Kalça çevresi

Benim üzerimden gidersek; kilom 60.6kg, boyum 1,625m, belim 88cm, kalçam 93cm. Bu arada bu güne kadar boyuma 1,65 diyordum ama bu tahmini bir şeydi.1,65 varımdır varsayımından yola çıkarak ortalama bir şey tutturmuştum. O kadar bile değilmişim bu vesileyle bunu da öğrendim.

VKE= 60,6/1,625x1,625=60,6/2,640625=22,95

Bu değer ne ifade ediyor?
*19'un altında: hafif düşük kilo
*20-25 arası: Normal kilo
*25-30 arası: hafif fazla kilo
*31'den yüksek: Aşırı kilo

Demek ki normal kilodayım. Bir de BKO'ya bakalım.

BKO= 88 / 93 =0,946

İdeal BKO değeri kadınlarda 0,85'in altıdır diyorlar. Bu durumda benim bel kalça oranımı düşürmem gerek. Aslında aileden de gelen bir özellik olarak bizim ailenin kadınlarında vücuttaki yağ göbek bölgesinde toplanıyor. Bunun yanında dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da vücuttaki yağ oranı. Bunu da ancak diyetisyenlerde gördüğümüz vücuttaki yağ ve kas miktarını veren tartılardan öğrenebiliriz. Kadınlarda yağ oranının %12'nin altına düşmemesi gerekiyormuş. Çok şükür bizim için böyle bir tehlike yok. Şöyle de bir tablo var.

Yaş Çok iyi İyi Orta Kötü
20-24 18,9 22,1 22,5 29,6
25-29 18,9 22,0 25,4 29,8
30-34 19,7 22,7 26,4 29,8
35-39 21,0 24,0 27,7 31,5
40-44 22,6 25,6 29,3 32,8
45-49 24,3 27,3 30,9 34,1
50-59 26,6 29,7 33,1 36,2
60 + 27,4 30,7 34,0 37,3

Bu tabloya göre benim vücudumdaki yağ oranını %19,7’ye düşürmem gerekiyor. Bunu ölçtürebileceğim bir yer bulmam gerek.

Tüm bu matematikten sonra ortaya çıkan sonuç benim BKO’mu 0,85’in altına ve yağ oranımı da %19,7 civarına düşürmem gerekiyor. Hedefim budur. Aslında bu kadar hesaplamalar yapmadan da aynaya baktığımda bunun basit halini söyleyebilirdim. Göbeğim var ve bu yağları eritmem gerek. Ama böyle daha şık olmadı mı?

Friday, December 3, 2010

Merhaba, Ben Sevi: "Eren'in Annesiyim"

Tam 23 ay önce anne oldum.

Anne olduğum gün hayatım temelinden sarsıldı. Oysa yıllarca beklediğim bir olaydı bu.
Hatta: Önce hayal ettiğim, sonra beklediğim, sonra uğruna savaştığım, savaşırken de geçen yıllarla artan yaşımın da etkisiyle üzerine çok kafa patlattığım bir olaydı. Bir yandan çocuk sahibi olabilmek için uğraşıp bir yandan kafa patlatırken çok büyük bir çelişki yaşıyordum. Çünkü, yeni anne olanları dinledikçe, uzmanların yazdıklarını okudukça, ve arkadaşlarım birer birer anne olurken onların yaşadıklarını gördükce, anneliğin ne kadar zor, ne kadar talepkar bir müessese olduğunu her geçen gün biraz daha görüyordum.

Ama... Ama, ne kadar okursam okuyayım, dinlersem dinleyeyim, o an geldiğinde, oğlumla beraber eve ilk girdiğimiz andan itibaren ben de çok bocaladım. Her dönem ayrı bir güzel, ama ayrı bir zordu da.

Şimdi oğlum her istediğini ifade edebilen, hemen hemen konuşabilen minik bir birey. Bu dönem de kendi içinde muhteşem güzellikler ve çeşit çeşit zorluklar taşıyor.

Ama benim burada anlatmak istediklerim oğlumun gelişimiyle ya da benim anneliğimle ilgili değil...

Bana annelikten (ve tabi ki işten) geriye ne kaldığını irdelemek istiyorum... Aslında irdeleyecek pek bir şey yok. Hiç birşey kalmıyor diyebilirim.

Banyoya girip uzun, rahat bir duş alabilmek için günlük programı içinde seksek oynamak zorunda kalıyor ise bir insan, ya da uzun zamandır izlemek istediği bir film sinemalardan kalkıp gidiyor ve O filme gitmek yerine sadece kanepede uzanmak istiyorsa artık, ya da ayda iki kere kuaföre gidebilmek bir lüks halini almışsa... Örnekler çoğaltılabilir, siz ne demek istediğimi anladınız, tehlike çanları çalıyor demektir, o kişiye kendisinden pek birşey kalmıyor demektir.

Ben kendim için neler neler yapmak istiyorum. En başta (en çok arzu ettiğimden değil, aciliyet taşıdığından) zayıflamak istiyorum. Daha doğrusu zayıflamam lazım. Zayıflamam için yapmam gerekenler malum, ama onları yapacak cesareti ve enerjiyi kendimde bulamıyorum. Belki de bu cesareti kazanmak için neler yapmam gerektiğini bulmam gerek öncelikle. Bilemiyorum... Ama en azından, sadece zayıflamak için değil, psikolojime de iyi geleceği için günlük yürüyüşlerime geri dönmem gerek. Bunu da oğlum için en uygun şekilde değil, BENİM İÇİN en kolay şekilde yapmam gerek ki devamını getirebileyim. Anneliğimi ön plana koyarak gece oğlum yattıktan sonra yürüyüşe çıkmaya çalışsam da yapamam, yapsam da bu uzun soluklu olamaz. O yüzden benim için en kolay şekilde buna başlamam gerek. Belki eve daha geç gideceğim. Ama daha mutlu olacağım. Çünkü KENDİM İÇİN BİR ŞEY YAPMIŞ OLACAĞIM.

Bunu bir başarayım, daha neler neler yapacağım...

Monday, November 22, 2010

İyi Yaşam

Ben kendimi bildim bileli sağlıklı yaşam konusuna kafayı takmışımdır. Ama aksine sağlıksız ne varsa da severim. Bir iyi alışkanlığım sigarayı düzenli içmemem. Yani paket taşımam, sosyal içiciyimdir, başka bir deyişle otlakçıyımdır. Arkadaşlarla birlikte, türk kahvesi yanında severim. Bunun yanında ciddi bir çikolata tüketicisiyimdir. Rekorlarım vardır. Bir kavanoz nutellayı kaşık kaşık bitirmişliğim vardır. Bir oturuşta bir kutu madleni yerim. Beni 1 paket damak çikolata kesmez. 2 tane arka arkaya yersem ancak benim için tamamdır. Buna rağmen hep zayıftım. Lisede 48, üniversitede 50, işe girince 52, evlenince 54, hamile kaldığımda 57 kiloydum. Ama yeme içme işini abarttığım artık dibine vurduğum zamanlarda kendimi kötü hisseder ve yeni hayatlara başlar, temiz sayfalar açar, sağlıklı yaşamaya başlardım. Bu dönemler bir süre iyi gider hatta bazen uzun bile sürerdi ama hiçbir zaman sürekli olmadı. Bir ara her ay başı yeni hayata başlıyordum. Yılbaşılarını, doğum günlerini söylemeye bile gerek yok, yeni bir hayata başlamak için en ideal zamanlardır. Bu dönemlerde gerçekten sağlıklı yaşardım çünkü bu konuda da aslında bayağı bilgiliyimdir. Okurum, araştırırım. Yememe, içememe, uykuma, fiziksel aktiviteme, her şeye dikkat ederim. Tabikii kendimi çok iyi hisserim. Cildim güzelleşir, müzmin yorgunluğum geçer, sabah uykumu almış kalkarım.

En son sağlıklı yaşam denemem en başarılısıydı ama hamile kalmamla birlikte kendimi kaybettim. Sebze görmek bile istemiyordum. Ekmek arası patates kızartması yemeğe başlamıştım artık. Bu gidişatın sonunda 80 küsur kiloyu görerek tam 30 kilo aldım. Aslında doğuma giderken tam kaç kilo olduğumu bilmiyorum. Bir yerden sonra doktorum beni tartmayı bırakmıştı. Doğumdan sonra da süt veriyorum kisvesi altında 5 kişilik yedim. Süt yapıyor diye bir oturuşta yarım kilo tahin helvası yemişliğim vardır. Nasıl göründüğüm umrumda değildi. Şimdi o zamanki fotoğraflarımı gördüğümde inanamıyorum. Ben değilim bir başkası. Ama o zamanlar hiç önemi yoktu. Bu umursamaz halim işe başlayana kadar yani doğumdan 8 ay sonraya kadar sürdü. Ne zaman ki insan içine çıktım ve insanların bakışlarıyla karşılaştım, o zaman benden içeri bir ben daha olduğunu fark ettim. İnsanlar artık bana değil de göbeğime, kollarıma filan bakıyorlardı. İnsanlar beni hep zayıf bildiklerinden beni görünce şok oluyorlardı. Bu ger bildirimden sonra soluğu diyetisyende aldım. Gittiğim diyetisyen hamile kalmadan önce kurdeşenden kurtulmak için yaptığım hiç bir şey yememe diyetinin izlerini silmek için bana yardımcı olmuştu ve çok güzel bir iletişim sağlamıştık. Bu sefer de sütümü azaltmadan sağlıklı kilo verdireceğinden çok emindim çünkü kendisi bir tüp bebek kliniğinde çalışıyordu ve zaten sürekli hamileler ve annelerle çalışıyordu. Ama öyle olmadı. Aman ne güzel 8 ay emzirmişsin yeter artık dedi. Şaka yapıyor herhalde dedim. Ben 2 yaşına kadar emzireceğim. 8 ayda bırakırmıyım hiç. Beni tarttı, ölçtü biçti. Geçen seferki gibi sevimli değildi bu sefer. Hiç yemek yemesen sana 1 ay enerji verecek yağ var vücudunda dedi. Vücut yaşın nüfus kağıdından 5 yaş fazlalaşmış dedi. Neeeeee diyosunn? Gaza geldim, eve döndüm hemen alışveriş yaptım. Başladım rejime ama olmuyor, gitmiyor. Avrupa Yakasındaki Cem gibi ağlamaya başladım. Mutsuz oldum. Yediğim hiç bir şey bana yetmedi. Akabinde sütüm azaldı. Bu son nokta oldu. Hemen diyeti bırakıp yarım kilo helvayı götürdüm.

O zaman hazır değildim. Aradan zaman geçti kendimi hazır hissettiğimde daha önce diyetisyenin bana verdiği ilk diyeti yapmaya başladım. Puan diyeti. Bu sefer her şey yolunda gitti ve bayağı kilo verdim. Ama sürekli kilo verilmiyor. Galiba 62 kiloya düştüm ve diyeti bıraktım. Sonra bir atak daha yaptım. 60 kiloya düştüm. En son atakta 58 kiloya düştüm. Ama bu kiloyu daha sabitleyemedim. Kilo veriyorum ama o kiloda kalmak için de bir süre geçmesi gerekiyor. Yani ben 10 kilo birden veremiyorum. Gençliğimden beri nasıl 2'şer kilo alarak alarak gittiysem aynı yolsan 2'şer kilo vererek döndüm. Şu anda 58- 60 arası gidip geliyorum. Her şeyi bıraktım. Semirme dönemindeyim. Ama işte bu blogla birlikte yeni bir dönem açılıyor hayatımda.

Artık derdim sadece kilo vermek değil. Sağlıklı olmak. Hatta sürdürülebilir sağlıklı bir hayat kurmak. Zaten bu kadar lafı etmemin sebebi de buydu. Ben zaman zaman, dönem dönem sağlıklı yaşadım. Ama bu hayatı sürdürmeyi başaramadım, başaramıyorum. 2 gün sonra 35 yaşımı dolduracağım ve sağlıklı yaşamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacım var. Günlük döngünün içinde dinlenmek, uyumak mümkün değil.Zaten 2 senedir sadece 1 gece aralıksız 5 saat uyudum. Yavru uyanıkken dinlenmek bir yana oturmak mümkün değil. Sabahın köründe kalkıp 11:00'e kadar Demir'in peşinden koşturuyorum. 11'den 6'ya kadar işte yerimden kalkmadan 7 saat 5 dakika bile mola vermeden çalışıyorum. Eve geldiğimde yarı sarhoş gibi oluyorum. Ama Demir sağ olsun beni ayıltıyor. Ona yemek yedirmeye çalışmak, koltuklardan atlamak, topla idman yapmak gibi oyunlar oynamak, altını değiştirmek, pijamalarını giydirmek, uyutmak 1500 metre koşmak gibi bir şey. Uyuduktan sonra ne yapacağımı şaşırıyorum. Yine işin başına oturup yarım kalan işlere bakıyorum ve bunu yaparken bir yandan da çekirdek çıtlar gibi çikolata yiyorum. Akşam yemeği yemişmiydim hatırlamıyorum. Yani bazen çikolatayla doyuyorum. Artık buna bir dur demek gerek. Bu döngüde aksine daha sağlıklı olmalıyım. Yediklerime, içtiklerime, spor yapmaya daha fazla önem vermeliyim. Yoksa her geçen gün bu tempoya daha az mukavemet gösterebiliyorum. Yorgun olduğumda Demir'e karşı daha az anlayışlı olabiliyorum. Ama bunu yine Demir'e daha iyi hizmet etmek için değil kendim için istiyorum. Cildim kötüleşti. Göbeğim var. Saçlarım dökülüyor. Kendimi yorgun ve halsiz hissediyorum.

İnsanoğlu için yaşam süresi uzasa da, 35 yolun yarısı demiş Orhan Veli. Aslında en güzel yaşlar. Hayatındaki tüm kişilik dalgalanmalarını aşmışsın, kendine güvenini sağlamışsın, hayat arkadaşını bulmuşsun, hayatta istediğin şeyleri yapacak kadar gelirin var, az çok insanoğlunu tanımaya başlamışsın, insan ilişkilerini bir düzene oturtmuşsun, çevrendekilerden dostlarını seçmişsin. Bu kadar yol almışken günlük hayatın dişlileri arasında yorgunluk ve halsizlik yüzünden ezilmek istemiyorum. Sağlıklı, güçlü, dirençli olmak istiyorum. Güzel yaşlanmak ya da yaşlanmamak istiyorum. Ajda Pekkan tadında değil tabii. Amacım kafa olarak, vücut olarak, duygusal olarak sağlıklı ve dinç olmak. Üstelik çok karmaşık ve insanı kasan yöntemlerle değil. Basit yaşam felsefeme uygun, dengeli, sağlıklı ve sürdürülebilir bir diyet + fiziksel aktivite + sosyal yaşam. Anahtar kelime 'sürdürülebilir'. Öyle bir düzen kurmalıyım ki sağlıklı yaşamı içselleştirerek hayatıma yedirmeliyim. Önümde başlangıç için çok güzel bir tarih var. Doğumgünüm 29 Kasım Pazartesi başlıyorum. Can çıkar huy çıkmaz. Seviyorum böyle başlangıçları.